AYRANCI
1903 yılında Kırım Türklerinden 210 hane Divle
nahiyesinin Osmaniye köyüne (bugünkü Ayrancı'ya) yerleştirilmiş ve zamanla
Divle nahiyesinin nüfusunun azalması sonucunda nahiyelik 1913 'de Osmaniye'ye
geçmiştir. 1923 yılında ismi 'Ayran Dede'efsanesinden dolayı Ayrancı olarak
değişmiştir . Nahiyelikten birkaç yıl sonra Belediye kurulmuş ancak nüfus
azalınca Belediyeliğe son verilmiştir.1968 yılında yakın köyler Mahalle olarak
Ayrancıya bağlanarak tekrar Belediye kurulmuştur. Ayrancı Konya ilinin Ereğli
İlçesine bağlı Kasaba iken 1987 yılında Kanunla İlçe yapılmış ve Ağustos 1988
'de fiilen İlçe olmuştur. 1989 yılında Karaman'ın İl olması ile Ayrancı İlçesi
Karaman 'a bağlanmıştır. İlçenin Merkez Belediyesi ve 22 köy bulunmaktadır.
Nufusu : İlçe Merkez Belediye dahilinde 22 köy
bulunmaktadır. Yapılan son nüfus sayımında İlçe Merkezinin 2.317 çevre köyleri
ile birlikte 8.157 nüfusu bulunmaktadır.
İlçenin Okur Yazar Oranı %98 dir.
Cumhuriyetin ilk yıllarında açılan ilkokul ile
birlikte ,Ayrancıdaki okuma ve yazmaoranı yükselmiştir. Her meslek grubundan
okur yazara sahip olan ilçe, çevre köylerdeki üniversiteleşme de dikkate
alınınca akademik bir kadroya sahip olduğu görülmektedir.İlçenin temel ekonomik
yapısı tarım hayvancılık ve bahçecilik birimlerinde yoğunluk göstermektedir.
İlçe olması ile birlikte ilçe merkezindeki ticari yapıda canlanma olmuştur.
Ayrancı da yıllardır çekilen su sıkıntısı daha fazla gelişmeyi engelleyen en
önemli problemdir. Tamamen yağışlara bağımlı Ayrancı Barajı İlçedeki tarımsal
faaliyetlerin beslendiği tek kaynaktır. Hizmete geçen Hışılayık projesi ile
İlçedeki tarıma dayalı ekonomi büyük bir ivme kazanmıştır.
ADINI NEREDEN ALDI ?
Bir yerleşim yeri olarak Ayrancıya Ayrancı ismini nereden aldı sorusu
sorulduğunda şu rivayet anlatılır. Yavuz Sultan Selim Han Çaldıran Seferine
giderken ordusuyla buradan geçer. Geçerken bu günkü Kuru Dere üzerinde kurlu
olan Ayran Dede Köprüsünün olduğu yere gelirler.Köprüden geçeceklerinde Hilmi
Dede ismindeki zat vezirlerden birisine ordunun içerisinde çaşıt (casus) olduğu
söyler. Köprüden geçmemelerini söyler. Bunun üzerine vezir huzura çıkar.
Devletlü Padişahım Hilmi Dede köprüden geçirmez ne yapalım der. Padişah der ki;
"Geçme namert köprüsünden seller alırsa alsın beni der." ve atını
dizginleyerek dereyi geçer. Fakat geçiş esnasında bir kaç askerin boğulup
öldüğünü görür. Daha sonra anlaşılır ki bu ölen askerler ordudaki casuslardır.
Bu arada ordunun yorgun ve susuz olduğu gözlenir.Hilmi Dedeye içilebilecek su
olup olmadığı sorulur.O da bu günkü Karaman yolu üzerindeki soku taşına bir tas
ayran yayarak ordunun bundan içmesini ister. Vezir sinirlenerek bir taş ayran
kime yetecek dede der. Hilmi Dede besmele çekerek ayranı çamçaka (bardak)
doldurur. Koca ordu içer ama yine de ayran bitmez. Padişah oraya gelerek Hilmi
Dede bundan böyle senin adın Ayran Dede der.Ayran Dede de padişaha bir altın
ibrik hediye eder ve üzerinde söyle yazar. "Bu günün aşını yarına
bırakırsan aş olur bu günün işini yarına bırakırsan iş olur" der. Fazla
zaman kaybetmeden yolunuza gidin varın der. Gazanızmübarek ola oğul der.
(Kaynak : Ayrancı Yıllığı)
TARİH ÖNCESİ VE İLKÇAĞ'DA AYRANCI
Ayrancı ve çevresi ile ilgili olarak, günümüze kadar
herhangi bir arkeolojik araştırma ve kazı yapılmamıştır. Dolayısıyla ilçemizin
tarih öncesi ve ilkçağdaki yaşamı hakkında net bil- gilere sahip değiliz. Ancak
tarih öncesi dönemlerle ilgili birçok yaşam izlerine rastlamaktayız. İlkçağ ile
ilgili olarak da birçok kalıntının günümüze ulaşmış olduğunu görmekteyiz.
İlkçağda ilçemiz ve çevresi Hititlerin yaşam
alanı olarak görülmektedir. Özellikle Hitit- lerin M.Ö. 1200 yıllarında Frigler
tarafından yıkılmasıyla; Anadolu'nun Güney taraflarında, Mezopotamya ve
Suriye'de Hititlerin devamı olan 'Geç Hitit Şehir Devletleri' ne rastlamak-
tayız. Bunlardan birisi de ilçemiz ve çevresine de hakim olan Tuvana (Tuvanuva)
Krallığıdır. Bu dönemde ilçemizin; Kocadere, Buğdaylı Deresi, Geleri Deresi,
Koraş Köyleri çevresi, Ayrancı Merkez, Ulu Mahalle, Saray Köyü gibi
yörelerimizdeki mağaralar ve inlerdeki düzenlemeler ve yaşam izleri, Hititlerin
ve daha da net bir şekilde Tuvana Krallığından günümüze ulaşan uzantılar olarak
değerlendirilebilir. Bir süre Friglerin de etkisinde kalan ilçemiz toprakları.
M.Ö. 8. yüzyılda Asurluların, Lidyalıların, 6. yüzyıl da da Perslerin yöne-
timinde kaldı. M.Ö. 4. yüzyılda Makedonya Kralı Büyük İskender'in egemenliğine
girdi. Büyük İskender'in ölümünden (M.Ö.323) sonra imparatorluk parçalanınca
ilçemiz toprakları imparatorluğun Asya Karalığı yönetiminde kaldı. M.Ö. 3
yüzyılda Romalılar da Anadolu'ya adım attılar ve güdümlerinde birçok krallık
oluşturdular. Bergama Krallığı buna örnek olarak gösterilebilir. M.Ö. 129
yılında Anadolu Romalıların Asya Eyaleti haline getirilince İlçemiz toprakları
da bu eyalete bağlandı. Uzun süre Roma İmparatorluğunun yönetiminde kalan
toraklarımızda Roma izleri somut bir şekilde kendisini göstermektedir. Ambar
Köyünden çıkarılmış olan; Sidamara Lahti, köydeki antik Höyük ve diğer
kalıntılar, Kale Köyü kalesi ve kaya mezarları, Pınarkaya (Divaz) köyündeki
kale, kemer, sütun ve sütun başlıkları, Üçharman (Divle) ve Buğdaylı çevresinde
olan kaya kiliselerindeki freskler ve steller bunların önemli kanıtlarıdır.
395 yılına kadar Roma İmparatorluğu'nun Asya
Eyaleti olarak kalan Anadolu toprakla- rı, bu tarihte imparatorluğun Doğu ve
Batı Roma olarak parçalanması ile Doğu Roma İmpara- torluğu (Bizans
İmparatorluğu)'nun payı içerisinde kaldı. Bizans yönetiminde iken zaman zaman
Müslüman Arapların (Emevi ve Abbasilerin) saldırısına uğradı. Bizans döneminden
başlayarak, Osmanlı Devleti'inin uzun bir sürecinde, Medine'nin vakıf
toprakları olarak işlevini sürdürdü.
TÜRK TOPRAĞI HALİNE GETİRİLMESİ
1071 Malazgirt Zaferi sonucunda Selçuklularla
Bizanslılar arasında yapılan antlaşmaya Bizanslıların uymaması üzerine Sultan
Alparslan Anadolu'nun fethine karar verdi. Fetih için komutan ve beylerini
görevlendirdi. Ebül Kasım, Artuk, Mengücek, Danişment, Atsız, Por-
suk, Çaka beyler ve Kutalmışoğlu Süleyman Bey
Anadolu'nun fethi için görevlendirilenler arasındaydı. Anadolu'nun büyük bir
bölümü bu komutanlarca fethedildi ve Anadolu'da ilk Türk beylikleri kuruldu.
Bunlardan Kutalmışoğlu Süleyman Bey 1075 yıllarında Marmara topraklarının büyük
bir bölümünü fethederek bölgede Anadolu Selçuklu Devletinin temelle- rini attı.
Diğer beyliklere göre kısa sürede güçlenen Anadolu Selçuklu Beyliği
topraklarını genişletti. 1077 yılında da Kutalmışoğlu Süleyman Bey Ereğli ve
Ayrancı yörelerini de Bizanslılardan alarak Anadolu Selçuklu toprağı haline
getirdi. Böylece Ayrancı toprakları Türk tarihindeki yerini aldı. Aynı yıllarda
Diğer beyliklerle birlikte Anadolu Selçukluları da yarı bağımsız devlet haline
geldi. 1092 yılından itibaren ise, Anadolu Selçuklu Devleti I. Kılıç Arslan'ın
yönetiminde tam bağımsız devlet haline dönüştü. Bu dönemlerde doğudan Anadolu-
ya akın akın Türkler gelerek yerleşmeye başladı. Özellikle bölgemize ve
Toroslara çoğunlukla Salur ve Afşar Türkleri geldi. Karaman ve Ayrancı
topraklarına gelenler genelde Salur Türkleri idi.
Anadolu topraklarının Türkler tarafından fethi
Haçlı Savaşlarının ana nedeni oldu. Türk- leri Anadolu'dan atmak isteyen
Haçlılar özellikle Anadolu Selçuklu Devleti ile bu savaşı baş- lattılar. 1096
yılında başlayan I. Haçlı Savaşı'nda, ilçemiz toprakları da bu savaş alanı
içeri-sinde kaldı. Bu savaşta Ayrancı ile ilgili şu bilgilere rastlanmaktadır.
1097 yılında Hasan Da- ğı'na adını vermiş olan Emir Hasan (Ebul Gazi=Melik
Gazi) yönetimindeki Anadolu Selçuklu kuvvetleri, Haçlı ordularına bu yörelerde
(Aksaray-Ereğli) büyük kayıplar verdirdiler. Aksa- ray ve Ereğli yöresini terk
eden Haçlı kuvvetlerinden 20 bin kadar asker, Külek Boğazından geçerek
Çukurova'ya ulaşmak istedi. Ancak boğazın Türkler tarafından tutulmuş olması
ne- deniyle hedeflerine ulaşamadılar. Amaçlarına ulaşmak yani Çukurova'ya
gitmek için, Ereğli- nin güneyindeki Toros silsilesini takip ederek Larende'ye
(Karaman) yöneldiler. Ayrancı'ya kadar gelen bu Haçlı kuvvetleri 'Kafir
Yazısı=Gavur Yazısı' denilen mahalde bir süre konakladılar ve dinlendiler.
Buradan da Ayrancı - Divle - Kıraman - Berendi vadisi'ni (Kocaere) takip ederek
Toros Dağlarını aşıp Tarsus'a ulaştılar. Çukurova'ya geldiklerinde 20 bin olan
sayıları daha da azaldı.
KARAMANOĞULLARI ZAMANINDA AYRANCI
Toros Dağları ve yöresine Anadolu Selçuklu Devleti'nin
Uç Beyliği olarak yerleştirilen Karaman ve halkı, Anadolu Selçuklu Devleti'nin
zafiyetinden ve isyanlardan da (1240 Baba- iler İsyanı) yararlanarak
başkaldırdılar. Ayrancı ve Ereğli topraklarını bu karmaşada kendileri- ne bağladılar.
1243 Kösedağ Savaşı'ndan sonra yaşanan gelişmeler ve Anadolu'daki Moğol baskısı
üzerine 1257 yılında Kerimüddin Karaman yönetiminde bağımsızlıklarını ilan
ettiler. Böylece Karamanoğulları Devleti kurulmuş oldu. Karamanoğlu I. Mehmet
Bey'in ünlü dil fermanını yayınlaması ile ise milli bir devlet haline dönüştü.
Osmanlı Devleti'nin kurulması, güçlenmesi ve genişlemesi paralelinde, diğer
beyliklerde olduğu gibi Karamanoğulları Beyliği de Yıldırım Bayezit döneminde
Osmanlı Devletine bağlandı. 1402 yılında yapılan Timur ile Yıldırım Bayezit
arasında yapılan ve Osmanlı'nın yenilgisi ile biten Ankara Savaşı'ndan son- ra
yeniden bağımsızlıklarını kazandılar. Uzun süre Osmanlı Devleti ile çekişmeler
yaşayan Karamanoğulları Beyliği topraklarının tamamına yakını, Fatih Sultan
Mehmet tarafından Os- manlı topraklarına katıldı (1466) Toros Dağları'nın
korunaklı alanlarında bir süre varlıklarını devam ettiren beylik, II. Bayezit
zamanında tamamen Osmanlı Devleti'nin yönetimini kabul etti ve tarih
sahnesinden çekildi (1487).
Karamanoğulları Beyliği zamanında Ayrancı ve
çevresi (Divle); beyliğin yöneticileri ve hükümdar ailesinden olanların
(melikler) yaylağı olarak işlevini sürdürdü. 14. yüzyıl ortalarında Musa ve
Fahrettin Ahmet Beylerin Divle ve çevresinde yaşadıkları bilinmektedir. Musa
Bey'in günümüzdeki Musa mahallesi çevresinde yaşadığı, kendi adı ile anılan
Musa Dağı ve Yüğlük dağlarında avcılık yaptığı, Fahrettin Ahmet Bey'in ise
Divle'de küçük bir saray ile Saraycık yaylağına bir av köşkü yaptırdığı tarihi
bir gerçektir. Ayrıca'da Karamanoğlu Beyliği zamanında, Kocadere (Divle Deresi)
üzerinde birçok köprü de yaptırılmış olup, bir bölümü yıkık dökük de olsa
günümüzde varlığını sürdürmektedir. (Kıraman, Divle, Ayrancı ve Kale - Karaağaç
köyleri arasındaki köprüler bunlardandır.)
CEM OLAYI'NDA AYRANCI
Cem Olayı: Fatih Sultan Mehmet'in 1481 yılında ölümü
üzerine, oğulları olan Amasya Valisi II. Bayezit ile Konya (Karaman) Valisi Cem
arasında geçen taht kavgasına verile addır. Cem Sultan'ın başından geçen
maceraların bir bölümü. Ayrancı toprakları içinde ve Bulgar (Bol- kar)
Dağlarında geçti. Güçlü olan taraf, Kapıkulu Ordusunun (Yeniçeriler) kendi
yanında yer alması nedeniyle II. Bayezit idi. II. Bayezit'in padişahlığını
tanımayan Cem Bursa'da padişahlığını ilan etti. Adına para bastırdı ve hutbe
okuttu. Ancak babalarının çıkarmış olduğu 'Ülkenin bekası için kardeş katli
vaciptir.' kanunu gereğince Cem'e savaş açtı. Gedik Ahmet Paşa komutasında
yapılan savaşı kaybeden Cem Konya'ya kaçtı. Burada da kalamayarak Memluklara
sığındı. Bir yıl kadar Mısır'da kalan Cem padişah olmak üzere Konya'ya geri
döndü. Ancak II. Bayezit'in kuvvetlerine karşı koyamayarak ikinci kez bin bir
güçlükle Torosları aşarak Rodos Adası'ndaki Hıristiyan (Sen Jan) şovalyelerine
sığındı. 1495 yılına kadar Avrupa'da birçok maceraya konu olan Cem Sultan aynı
yıl Nis'de yaşamını yitirdi. Tahnit (iç organların çıkarılması) edilen cenazesi
İstanbul'a getirilip defnedildi. Bir süre sonra cesedi Bursa'daki türbesine
nakledildi.
Karamanoğlu Kasım Bey ile Cem Sultan işbirliği
yaparak Osmanlı Devleti'ne (II. Bayezit) karşı mücadele etmişlerdir. Bu
mücadele ilgili olarak Şikari eserinde şu bilgiyi vermektedir. 'Cem Sultan bir
gün atına binerek, Bulgar Dağlarının bir bölümü olan Koraş dağlarına çıktı.
Yanındaki 300 kadar adamı ile birlikte Koraş yaylalarına ulaştılar. Burada
büyük bir topluluk vardı. Anladı ki bunlar Karamanoğullarındandır. Korktu,
meğerse Koraş Beyleri Karamanoğulları Beylerini ziyafete çağırmışlardı, içki
içerek eğleniyorlardı. Kasım Bey (Karamanoğlu Hükümdarı), Cem Sultan'ı görünce
tanıdı. Kökezoğlu'nu gönderip davet etti. Cem Sultan çok korktu. Gördü ki,
kaçmak mümkün değildir. 'Alalahüteala'ya sığınıp, davete katıldı.' Kasım Bey,
tüm Karaman beyleri ile ayağa kalkarak Cem Sultanı karşıladı. Tokalaştılar,
Kasım Bey gördü ki Cem sultan sevilen bir yiğittir. Cem Sultan da Karamanoğlu
Kasım'ın sevilen sayılan bir reis olduğunu gördü. Hal hatır sorup, Larende'ye
yapılan zulmü konuştular. Birbiri ile candan dost oldular. Kırk gün kadar
burada kalıp, içtiler, eğlendiler. Cem Sultan şu sözü verdi. 'Eğer ben padişah
olursam, yine topraklarını sana vereyim.' diyerek dünya ahret kardeş oldular.
Birkaç gün daha kalıp, Kasım Bey'le vedalaşan Cem, Larende'ye (Karaman'a) geri
döndü.
Fatih'in ölümünden kısa bir süre sonra Cem
(1481/1482 yılları) tekrar Bulgar Dağlarına çıktı. Uzun süre Kasım Bey'le
görüştüler. Üç yıl sakin yaşadılar. (1481'den sonraki yıllar) Bulgar Dağları,
korunaklı ve sarp olduğu için kimse bunlara ulaşamadı. Bir süre sonra II.
Bayezit Larende'ye gelince Kasım Bey ile Cem Sultan Larende topraklarını terk
edip Ereğli'ye geldiler. II. Bayezit'in gönderdiği kuvvetlerle çarpıştılar ve
tekrar Bulgar Dağlarına çıktılar. II. Bayezit de Larende'de Şehzade Mehmet'i
bırakıp İstanbul'a döndü. İki yıl kadar Bulgar Dağlarında kalan Cem Sultan,
Rodos Şovalyeleri ile anlaşarak onlara sığındı.'
Şikariye göre, bu olayla birlikte
Karamanoğulları tamamen tarih sahnesinden çekilmiş oldu. Olaylar genelde
Ayrancı İlçesi'nin sınırları içinde meydana gelmiştir. Başta Divle olmak üzere,
Koraşlar, Çat Köyü, Kıraman, Berendi ve yaylalarını kapsamaktadır. Buralar
Karaman- oğulları Beyleri ve ileri gelenlerinin barınma ve korunma yeri oldu.
Buralarda (anlatılan) ça- tışmalar ve maceralar yaşandı. Ayrıca; Cem Sultan'ın
Divle'ye gelerek konakladığı, buradan da Kıraman ve Berendi vadisi üzerinden
Bulgar Dağlarını bin bir güçlükle aşarak Ramazan- oğulları topraklarına
ulaştığı belirtilir.
OSMANLI DEVLETİ'NDE AYRANCI
Fatih Sultan Mehmet tarafından yapılan Otlukbeli
Seferi (1473) ile Yavuz Sultan Selim tarafından gerçekleştirilen Çaldıran
(1514) ve Mercidabık ve Ridaniye seferlerinde (1516/1517) İstanbul'dan hareket
eden Osmanlı orduları; Gebze, İznik, Eskişehir, Bolvadin, Akşehir, Konya,
Karaman, Ayrancı, Ereğli menzilini (savaş yolu ve yollar üzerindeki konaklama
yerleri) takip ede rek buradan Doğuya ve Güneye yönelirlerdi.
Ayran Dede ve Ziya Efendi efsaneleri, Yavuz
Devri Savaşlarına izafe edilmektedir.
Ayrancı ve çevre halkının hafızasında yer alan
Ziya Efendi Efsanesi şöyledir. Yavuz Sultan Selim Orduları ile sefere giderken
Ayrancı menzilinden de geçmek zorundadır.
'Ordularıyla bugünkü İstasyon ve Hüyükburun Köyü
çevresine gelen Yavuz Selim, o yıllarda bol suyu olan ve coşarak akan Divle
Suyu ile karşılaşır. Suyu geçmek güçtür. Görevliler geçiş.
yeri ararken köprü ile karşılaşırlar. Hazine
bulmuşçasına durumu Yavuz Selime bildirirler. Adamlarını Ziya Efendiye gönderen
Yavuz Selim, ordusunun bu köprüden geçmesi için izin ister. (Ordunun oradan
geçmesi demek aynı zamanda ekili arazilerin talan edilmesi anlamını da taşır.)
Ziya Efendi Bu isteği geri çevirir. Durum Yavuz Sultan Selim'e iletildiğinde
hiddetlenen Selim, 'Geçme namert köprüsünden, seller alırsa alsın beni' der ve
askerin akarsuya dalarak geçmesini emreder. On binlerce kişiden oluşan ordu
suyu geçmeyi başarır. Ancak iki kişi suda boğularak hayatını kaybeder. Gerekli
araştırmalar yapıldıktan sonra ölenlerin Osmanlı ordusu içerisinde bulunan iki
casus olduğu ortaya çıkar. Bu durumda
Yavuz Selim, Ziya Efendi'yi huzuruna çağırtır.
Orduyu neden sudan geçirtmediğini sorar. Ziya Efendi ise ölen iki casus
nedeniyle izin vermediğini söyler ve Padişaha bir de kıymetli ibrik armağan
eder. İbrik Yavuz'un otağına getirilir. Bu ibrikle abdest almak isteyen
Yavuz'un, ibrik üzerindeki yazılar dikkatini
çeker ve okur. Aynen şu ifadeler yer almaktadır:
'Akşamki aşını sonraya bırak, aş olur. Akşamki
işini sonraya bırakma, iş olur.' Bunun üzerine, Ziya Efendi'nin bir Evliya
olduğunu anlayan Yavuz Selim, Ziya Efendi'nin evine giderek ziyaret eder. O'na
teşekkür edip armağanlar sunar. Fazla zaman kaybetmeden Ziya Efendi'nin duasını
da alarak yoluna devam eder.'
Kanuni'nin Bağdat Seferi (1534) ile IV. Murat'ın
Bağdat Seferleri de aynı menzilleri takip ederek yapılmıştır. IV. Murat'ın
Bağdat Seferi sırasında ordularının, 09 Mayıs 1638 Çarşamba günü saat 8'de
Akgöl'ün Ayrancı tarafındaki Gölbaşı denilen menzilde konakladığı menzilname
kayıtlarında mevcuttur.
Antik dönemlerde kurulmuş olan Divle yerleşkesi,
Karamanoğulları döneminde yönetici ve beylerin yazlığı (yaylak) olarak işlevini
sürdürmüştür. 19. yüzyılda Osmanlı zamanında Divle'yi kaza merkezi olarak
görmekteyiz. Ayrancı ve ova toprakları ise bu kazanın çiftlikleri olarak
işlenmektedir. Yüzyılın ilk yarısında (1832 yıllarında) Mısır Valisi Mehmet Ali
Paşa'ın Osmanlı Devletine karşı isyanı ve Ereğli ve Ayrancı yöresini yönetimine
almasıyla, Divle'nin vergileri düzenlemek, toplamak üzere mütesellim olarak
Halimzade Mehmet Ağa görevlendi- rilir. Bu tarihten itibaren yaklaşık 40 yıl
kadar Ayrancı ve çevresinde Helimoğullarının etkisi ve ayanlığı (Ayan: Başına
buyruk hareket eden yetkili yönetici=derebeyi) görülür.
Günümüzdeki ilçe merkezimiz ve ova köyleri Divle
kazasının özellikle Helimoğulları- nın çiftlikleri olarak işlev görür. Konya
Salnameleri ve Osmanlı arşiv kayıtlarına göre, Divle Kazası 1867/1868
yıllarında kaza (kadılık) statüsünden çıkarılarak, nahiye statüsüne dönüş-
türülür. İdari yönden Ereğli'ye askeri yönden ise Karaman'a bağlanır.
AYRANCI'NIN OSMANİYE ADI İLE KURULUŞU VE
NAHİYE STATÜSÜNÜ KAZANMASI
Günümüzdeki ova köyleri ve Ayrancı, Divle nahiyesinin
çiftliği iken zamanla çiftçi ai-
leleri bu çiftliklerde yerleşmeye başladı.
Dolayısıyla ova köylerinin temelleri de bu şekilde atılmış oldu. 20. yüzyılın
başlarına kadar çiftlik olarak kalan Ayrancı'nın kaderini Kırım'dan gelen Tatar
Türkleri değiştirdi.
1774 Küçük Kaynarca Antlaşması ile başlayan
süreçte, Kırım Türkleri asimile edilmeye, topraklarından sürülmeye ve
Slavlaştırılmaya çalışıldı. Bu süreç 20. yüzyılın başlarına kadar sürdü.
Kırımdaki Türk nüfusu oldukça azaldı ve Kırım Slavlaştırıldı. Bu yıllara kadar
Kırım halkı devletlerarası (Osmanlı-Rusya) anlaşmalarla toplu göçlere maruz
kaldı. Gasparalı İsmail Bey'in ortaya çıkması, verdiği mücadele ve Kırım'da
Kuva-yı Milliyeyi oluşturması sonucu toplu göçler sona erdi. Ancak aileler
bazında bireysel göçler devam etti. Ayrancı'ya 1903 yılında gelen Kırım
Türkleri, Rusya ile Osmanlı Devleti arasında yapılan anlaşmalarla gelen- lerden
olmayıp aile bazında ve bireysel pasaportlarla gelenlerdendir.
1903 yılı baharında İstanbul'a gelen Kırım
Türkleri için yerleşim alanları aranırken bir bölümü Konya'ya gönderildi. Bir
süre Konya'da kalan göçmenler, Karaman çevresinde yerleşmek istiyorlardı. Zira
daha önce gelen akrabaları buralara yerleştirilmişti. Göçmenler Komisyonu
onlara, Karaman-Ereğli arasında beğendikleri bir mahalde yerleştirileceklerini
bildirdi. Gerekli çalışmalar yapıldı. Göçmenlerin temsilcilerinin de
katılımıyla oluşturulan komisyon Ayrancı'yı yerleşme alanı olarak belirledi. 12
Haziran 2003 günü göçmenler komisyonunun temin ettiği araçlarla Konya'dan yola
çıkan Tatar Türkleri (göçmenler) Akçaşehir üzerinden yaptıkları yolculuk
sonunda 13 Haziran 2003 günü Ayrancı'ya geldiler. Yaklaşık olarak sayılarının
900-1000 kişi ve 200 hane civarında olduğu zannedilmektedir. Ereğli nüfus
kütükleri 1936 yılında yandığı için kesin bilgiye ulaşamıyoruz.
Gelen göçmenler, kilimlerle oluşturdukları
çadırlara ve çevredeki inlere geçici olarak yerleştiler. Bir taraftan da köyü
oluşturmak için çalışmalar başlatıldı. Konya'dan gelen fen heyeti ile Divle
yönetimi ve göçmenlerin de içinde bulunduğu heyet; yerleşim alanının
oluşturulacağı arazi ile; köyün sınırlarını, tarla ve bahçe yerlerini tespit
etti. Aynı yılın temmuz ayında köyün inşasına başlandı. 1903 yılı aralık ayında
inşaatlar tamamlandı. Göçmenler yeni evlerine kavuştu. İki mahalleden oluşan
köy 1903 yılında kurulmasına rağmen 1904 yılında 'OSMANİYE' adı ile tescili
yapıldı.
1906 yılı Konya Vilayeti Salnamesinde ilçemizin
adı Ereğli Kazası'na bağlı Osmaniye Nahiyesi olarak geçmektedir. Buna göre,
köyün kuruluşundan yaklaşık iki yıl sonra (1905/1906) Osmaniye Nahiyesi olarak
Konya idari örgütlenmedeki yerini aldığını söyleyebiliriz. Tatar Türklerinin
yanı sıra, Divle'den göç edenlerin de buraya yerleşmesi ile Divle küçülürken
Osmaniye büyüdü. Osmaniye nahiye statüsüne dönüşürken Divle köy statüsüne
dönüştü.
OSMANİYE'NİN AYRANCI VE AYRANCI DERBENT
ADINI ALMASI
Ayrancı Adını Alması: Ayrancı ve çevresinde yaygın
olarak anlatılan efsaneye göre: Yavuz Sultan Selim Mısır Seferi'ne (Mercidabık
ve Ridaniye seferlerinden biri 1516 ve 1517 yılları) giderken ordunun savaş
menzili, Ayrancı'dan geçmektedir. Konya - Karaman üzerinden Ereğ- li
istikametine giderken Osmanlı Ordusu Ayrancı'ya gelir. Günümüzde Ayrancı
Barajını bes- leyen sular çeşitli derelerle birleşerek, Ayrancı'dan kuzeybatıya
doğru coşkun bir şekilde akmaktadır. Ordunun akarsu üzerindeki dereden
geçmesi zorunlu olunca, bir kol Ziya Efendi, diğer kol ise Hilmi Dede Köprüsüne
yönelir. Hilmi Dede Köprüsüne yaklaşan ordu kolunun komutanı, Hilmi Dede'ye,
askerin içebileceği temiz suyu nerede bulabileceğini sorar. Hilmi Dede, evinde
bulunan ayrandan onlara ikram etmek istediğini söyler. İsteği komutan
tarafından kabul edilir. Dede ayranı evinden getirerek, ordunun geçeceği
köprünün yanındaki soku taşına doldurur. Komutan alaycı bir şekilde: 'Dede! Bu
kadarcık ayran koca orduya nasıl yeter, sen kafayı mı yedin?' gibisinden sözler
söyler. Dede getirdiği kepçeleri ve maşrapaları (madeni ya da ahşap olan su
bardağı) sokunun yanına bırakır. Sıra ile ayranı kana kana içen askerler
köprüden Ereğli tarafına geçer. Ancak ayran yine de tükenmez. Bu durumu gören
komutan biraz da mahcup bir şekilde, Hilmi Dede'nin sırtını sıvazlayarak: 'Siz
Hilmi Dede değil Ayran Dede olmalısınız.' der. Komutan, 'Ayran Dede' ye
teşekkür ettikten sonra karşıya geçerek ordusunun başında sefer yoluna devam
eder.
Bundan böyle erenlerden biri olan Ayran Dede
(Hilmi Dede) bu adla yaşamını sürdürür. Vakti zamanı gelip ölünce de günümüzde
adının verildiği yerdeki mezara defnedilir. Zamanla mezar üzerine türbe
yapılarak Ayran Dede'nin hatırası kalıcı hale gelir.
Bu efsaneden etkilenen çevre halkı türbe
çevresindeki alana Ayrancı demeyi sürdürür. 1903 yılında köy kurulmasına ve
1904 Osmaniye adının köy adı olarak tecil edilmesine rağmen, çevre halkının
gönlündeki adı Ayrancı'dır. Ayrancı söylemi halkın dilinden hiç eksilmez.
Türkiye Cumhuriyeti'nin ilk yıllarında, yerleşim yerlerine yeni adlar verilip
isimler değiştirilmiştir. Bu değişime ayak uyduran Konya İl Genel Meclisi de
aldığı bir kararla Osmaniye'nin adını değiştirerek 'Ayran Dede' efsanesinden
dolayı Ayrancı olarak tescil ettirmiştir. 1928 yılında İçişleri Bakanlığı
tarafından eski harflerle (Arap harfleri) yayınlanan 'Dahiliye Vekaleti Nüfus
Umum Müdürlüğü, Son Teşkilat-ı Mülkiyede Köylerimiz' adlı kitapta ilçemizin adı
OSMANİYE olarak geçmektedir. 1933 yılında yine İçişleri Bakanlığı tarafından
yayınlanan 'Dahiliye Vekaleti Mahalli İdareler Umum Müdürlüğü, Köylerimiz' adlı
kitapta Ayrancı olarak geçmektedir. Buna göre ilçemizin Ayrancı olarak resmen
tescilinin yapılması 1928 yılından sonradır. 1929/1930 olabilir.
Ayrancı Derbent Adını Alması: Derbent adının
nereden ve nasıl geldiği ve Ayrancı adına nasıl eklendiğini anlamak için öncelikle
derbent sözcüğü hakkında bilgi vermek gerekir. Osmanlı belgelerinde bu sözcüğün
15. yüzyıldan itibaren kullanıldığı görülür. Daha önceki Türk devletlerinde de
kullanılmış olduğunu söylemek yanlış olmasa gerekir. Derbent sözcüğü Türkçeye
Farsçadan geçmiş olup, der(dar) = geçit + bend = tutmak sözcüklerinin
birleşmesiy- le oluşmuş bileşik bir sözcüktür. Sözlük anlamı; engel, geçit,
boğaz, set, hudut bölgelerinde, dağlar arasında güçlükle geçilen boğaz
anlamlarına gelmektedir. Derbentler önemli geçit noktalarında kurulmakta
idi. Bugünkü anlamda derbent, polis ve jandarma kuvveti olmadığı için yolların
ve geçitlerin güvenliğini temin eden karakollardı. Derbentlerin bulunduğu
yerler, etrafı kontrol edebilecek şekilde idi. Derbentler daha çok yerleşme
alanlarının az olduğu yerlerde kuruluyordu. Hanlar, ıssız yerlerde
yapılmış olması nedeniyle birer derbent mahalli idiler. Önemli ticaret ve
askeri yolların kavşak noktaları ve dağların geçit verdiği yerler ile köprü ve
nehirlerin geçit noktaları da derbent alanlarıydı. Ayrıca derbentler, etrafı
kontrol edebilecek yerlerde bulundukları için askeri öneme de sahiptiler. Bir
yerin derbent olabilmesi için; yolların kavşak noktalarında olması, merkezi
durumda olması, devlete ve halka yararlı olabilecek yerler olması, geçitler,
köprüler, hanlar ya da kervansarayların o yerde bulunması gerekliydi. Derbent
olmak için koşullardan birkaç tanesine sahip olmak gerekirdi. Osmanlı
Devleti'nin derbentçilik örgütlenmesinde amacı; ticareti geliştirmek, yolların,
halkın güvenli- ğini sağlamak ve iskân politikasına katkıda bulunmaktı. Derbent
örgütü 1839 Tanzimat'ın ilanından sonra doğrudan zabıta örgütüne dönüştürüldü.
Günümüzdeki Jandarma Karakolları bu sürecin son halkası olmaktadır.
Ayrancı ve çevresi, tüm bu anlatılanlara paralellik
gösteriyordu. Ayrancı ve ovasını sula- yan Divle Deresi üzerinde ve Ayrancı
yakınında Ziya Efendi ve Ayran Dede Köprüleri vardı. İpek yolunun bir
güzergâhı, Ereğli - Karaman üzerinden Konya'ya gitmekteydi. Daha da önemlisi
derbentin olmazsa olmazlarından olan hanlardan biri de bu çevrede, bugünkü Hü-
yükburun Köyü sınırları içerisinde kalan Atlı Hasan (Atlashan) Hanı, Ayrancı
yakınlarında idi. Tüm bu bilgilerin ışığında, Osmaniye Köyü'nün kuruluşu ve
Ayrancı adının verilmesinden sonra derbent adının Ayrancı sözcüğüne eklenmesi,
verdiğim bu bilgilerden kaynaklanmaktadır. Yıllarca Ayrancı ve köyleri için
verilen adreslerde ve gelen mektuplarda, bu ad kullanıldığı gibi daha da
önemlisi Ayrancı Tren İstasyon binasındaki tabela 'AYRANCI DERBENT' hepimize tanıdık
gelen bir isimdi.
MİLLİ MÜCADELE YILLARINDA AYRANCI
30 Ekim 1918 Mondros Mütarekesi ile başlayıp Kurtuluş
Savaşı süresince Konya ve Ereğli halkında olduğu gibi Ayrancı halkı da, Ereğli
bünyesinde görevini özveriyle yerine getirdi. 1920 yılında Konya ili
topraklarında meydana gelen Delibaşı Mehmet İsyanında, tüm kışkırtmalara rağmen
Ayrancı halkı isyana bulaşmadığı gibi, zaman zaman da isyan belirtileri
karşısında titizce davranarak olası teşebbüsleri önledi. Ereğli ve Konya'da
oluşturulan Kuva-yı Milliyecilerle gönül birliği ve işbirliği yaptı.
Kurtuluş Savaşı sürecinde 'Tekalif-i Milliye
Kanunu=Milli yükümlülükler Kanunu' ge- reğince; Ağızboğaz Köyünden Merhum Hasip
Hoca'nın başkanlığında oluşturulan komisyon tarafından ordularımıza gönderilmek
üzere para ve çeşitli malzemeler toplandı. Ayrancı (Osmaniye) halkı, Kurtuluş
mücadelesine canının yanı sıra malı ile de katkıda bulundu. Savaş sonrası,
ülkemizin kalkınması yolundaki çabalarda da Ayrancı'dan Merhum Hasip Hoca'nın
(Koçak) Ayrancı ve Ereğli'yi temsil etmek üzere 1923 yılında yapılan İzmir
İktisat Kongresine katıldığını görmekteyiz.
AYRANCI'NIN SON ZAMANLARI
Nahiye (bucak) olarak
yönetim işlevini sürdüren Ayrancı 1968 yılında kendisine bağlı olan Uluköy'ün
yanı sıra Musa Köyü'nüde mahalle olarak bünyesine almak suretiyle, dört
mahalleden oluşan bir belde haline getirildi. (Dede ve Yeni mahalle merkez
mahalleleridir.)
1968 Mahalli seçimlerinde belediye başkanlığı
seçimlerine katılarak, köy statüsünden belde statüsüne geçti. İlk belediye
başkanı Sayın İsmet SET olurken, son belediye başkanımız Sayın Yüksel
BÜYÜKKARCI'yı görmekteyiz.1970 yılından sonraki kısa bir süreçte ise Nahiye
(Bucak) statüsü son buldu. Karaman'ın il olmasından sonra, 19 Haziran 1987
tarih ve 3392 sayılı kanun ile ilçe statüsüne kavuşturulup Karaman ilinin bir
ilçesi haline getirildi.